İnsan, iki kalpli bir yaratıktır. Bünyemizde iki kalp, iki farklı aşk sistemi barındığını bilmelisiniz. Bizim bildiğimiz kalp, aptal olanıdır. Hayatın içine, keyfe birdenbire balıklama atlar. Savaşa, sanata, cinayete ilham verir; her şeye geçici olarak renk katar. Bu durum, birçokları tarafından tutkulu aşk olarak tanımlanır. Sürekli değildir çünkü beynimiz buna izin vermez.
Aslında tutkulu bir aşkın içindeyken uyuşturucu etkisinde gibiyiz. Phenylethylamine adlı nörokimyasal bir madde salgılanmaya başlıyor. Ayrıca beynin çeşitli yerleri de harekete geçiyor; uyuşturucu madde kullanımı sonucu bünyede dolaşmaya başlayan, dopamin adlı sinirsel taşıyıcı maddenin salgılanması da var.
Beynimiz uyarıcı maddelere nasıl tepki veriyorsa, aşka da aynı tepkiyi veriyor. Dengesini korumak için çeşitli kimyasallar üretiyor ve böylece daha toleranslı olunmasını sağlıyor. Ama bu durum geçtiğinde, tekrar dengesiz hale geliyor ve tam tersi yöne doğru gidiyoruz. Umutsuzluğa boğuluyor, acı bir hayal kırıklığı yaşıyoruz. İşte, yaptığımız hatalar da o zamana rastlıyor.
Bir sabah uyanıyoruz ve bütün o heyecanın gittiğini görüyoruz. İşte o zaman, ikinci kalbimizin çalışmaya başladığını fark edemiyoruz. Bu ikinci kalbin ortaya çıkardığı şey, bağımlı bir aşk. Bunun oluşması, diğerine göre zaman alıyor.
Vahşi, akıl almaz, ne yapacağı bilinmez kardeşine karşın bu daha akıllı, kibar, olgun bir adam gibi davranıyor. O kadar ateşli ve görkemli olmasa da, yıllar geçtikçe büyüyerek daha çok yol alıyor. Başarılı bir ilişkide tutku hiçbir zaman tam olarak ölmüyor zaten; köz olarak kalıyor.
Bazen yeniden alevlendiğini görüyorsunuz; bazen o kadar soğuyor ki tamamen söndüğünü sanıyorsunuz. Bağımlı aşk, üstünde bir sürü mum olan 50. yıldönümü pastanızı yerken onun yüzündeki kırışıklıkları hayran kalmanızı sağlıyor.
Bağımlılığın temelinde güven ihtiyacı yatıyor. Olayın can alıcı kısmı, her zaman bir güven arayışında olmamızdan kaynaklanıyor.
Eskiden anne ve babamıza muhtaçken, şimdi ilişki yaşadığımız kişiye bağımlı oluyoruz ve beklentilerimiz ondan yana oluyor. Tabii ki birlikteliklerimizin tek nedeni bu güven ihtiyacını doyurmak değil ama ilişki büyük oranda bunun üzerine kurulu olduğu için, farkına varmadığınız problemler çıkıyor ve bu problemler yatak odanıza da atlıyor.
50’li yıllarda insan davranışlarını anlamak için maymunlar üzerinde bir dizi deney yapılmış ve bu deneylere göre bir çocuğun davranışlarını, güvenlik ve araştırma merakının etkilediği tespit edilmiş. Çocukken annemizin eteğinin dibindeyken, büyüyünce kendi ayaklarımızın üstünde durmaya başlayıp annemizin arkasına saklanmaktan vazgeçiyoruz.
Romantik partnerimize gösterdiğimiz duygusal ve tehlikeli bağ da çocukken annemize gösterdiğimiz bağın bir uzantısı.
Hiçbir zaman güvenlik duygusundan vazgeçmiyoruz ve kendimize koruyucular arıyoruz. Bunun ironik tarafı da, insanların böyle bir aşka sahip olduklarını anladıkları zamanın, ilişkilerini bitirdikleri zamanla aynı olması.
Birçok insana göre boşanma olayıyla birlikte, taraflarda birbirleriyle temasa geçme ihtiyacı doğuyor. Ayrıca bu dönemde insanlar, birlikteyken duygusal anlamda pek bir şey paylaşamadıklarını düşündükleri birinin yol açtığı üzüntüyle yara alıyorlar.
Aşkı tanımaktaki başarısızlığımızın bir diğer kanıtı, bu konudaki cehaletimizin sonucunda yarattığımız ilişki katliamı. Tabii ki bu bir kural değil. Ayrılan birçok çift, bunu haklı nedenlerden ötürü yapıyor. Sonsuz mutluluk masalının aksine, romantik uyuşturucu, çiftlerin birbirlerine uygun olup olmadığının sağlıklı bir göstergesi değil. Birçok çift, iki kalp arasındaki bu boşluğa düşmeden, aşkın bir halinden diğer haline sağlıklı bir geçiş yaşıyorlar. Ama bu çiftler bile, tanıdıklığın getirdiği, yavaşça oluşan erozyona engel olamazlar.
İnsanlar yeni ve farklı şeylere dikkat eder. Karşınızdaki kişiyi yeni yeni tanıyorsanız, ona dikkat etmeniz gerekir. Uzun süreli ilişkilerde ise karşınızdakinin davranışlarını, nerede ne yapacağını bilirsiniz. Bu da artık dikkat etmenize gerek kalmadığı anlamına geliyor.
Duygularımız ise, iyiliğimiz ve mutluluğumuz tehlike altında olduğunda harekete geçen bir savunma sistemi işlevi görüyor.
Sevgilinizin davranışları daha tahmin edilebilir olduğunda, duygularınız ancak sinir bozucu bir şey yaptığında harekete geçer hale geliyor. Bunun sonucunda, ortaya çıkan durum belli: panik ve karşınızdaki insanı sevmediğiniz düşüncesi. Oysa bunun nedeni, insanın doğasında gizli. Duygularımızı ve dikkatimizi yöneten donanım, bu şekilde ayarlanmış.
Benzer bir durum yatak odasında da geçerli. Aslında, uzun süreli ilişkilerde seks hakkında bilinenler çok az. Araştırmalara göre çiftlerin % 20’si bazen yıllarca seks yapmadan da evli kalabiliyorlar.
Uzmanlara göre, ilk seferde hissettiklerinizi hissetmeniz, ne yazık ki bir daha asla mümkün olmuyor. İşte bunu anlamayan ya da vahşi seksin ateşini hep diri tutmak isteyen insanlar, seri halde birçok ilişki yaşamak durumunda kalıyorlar. Bir yandan da hayatın başka alanlarında oldukça gerçekçi, ruhsal konulara prim vermeyen ama aşkın kaderine inananları da aynı son bekliyor.
Cazibe denen uyuşturucunun etkisinde kapıldığımız büyü, kendi öykümüzün kahramanı gibi hissetmemizi, bizi bekleyen fırtınalı geleceği göğüslememizi sağlıyor. Ama aslında, ilişki sırasında başkalarını çekici bulmak normal bir şey. Psikologlara göre bunu yaşamanız, bitkisel hayatta olmadığınızı gösteriyor.
Hayat boyu sürecek ilişkinin ödülleri, o kadar fark edilir değil. Tutkulu aşkın aksine, size porno filmlerindeki gibi bir seks vaat etmez.
Balayınız bittiğinde, içinizdeki bireysel tutkuların çağrısına kulak tıkamalı ve mükemmel bir ilişki beklentisi içine girmemelisiniz; aksi halde 51. yaş gününüzde striptiz kulübünde sizi hiç de çekici bulmayan bir dansçının kalçalarına bakarken bulabilirsiniz kendinizi. Bu arada eski karınız da daha akıllı biriyle mutlu mutlu yaşıyor olur.